Engin Şirin

Gülefer Hoca’nın gece karanlığında yönettiği forumdan bahsetmiştim ya… İşte resmi.
Bu arada Kardeşim Tülin’den ve eşi Ekmel’den bahsetmezsek büyük eksiklik olur. Oturum Arası Çaylanma Merkezi olan Eko’nun Yeri’ni işletiyorlar. Sağ olsunlar güler yüzleriyle, çaylarıyla, tostlarıyla, köfteleriyle ama en önemlisi sıcak sohbetleriyle festivalin bileşenlerinden oldular.
Samimi tavırlarından aldığım cesaretle, akşam dükkanı Eko’nun yerine kurdum. Kafenin en işlek yeri Söz Bizde’nin haber merkezine dönmüştü ama bana en küçük bir rahatsızlık hissettirmediler. (Tabii skorskiler hariç. Pike yapıyorlar konup kanımızı içiyorlar. Bu skorski marka sivriler de bedenlerimiz üzerinden felsefeye, sanata ve kehanete doydu.). Bir de onlarca insanın telefon şarjı isteklerini yerine getirişleri vardı ki anlatmaya kelimeler yetmez. Bazen aynı anda dört beş telefon şarj oluyor kahve yapımı için priz kalmıyordu. Kahve için priz hariç hepsi bizimdi.
Sabah altı gibi uyanıp kafeye koştum. Hemen dükkanı kurup çalışmaya başladım. Yediye doğru gelen Ekmel de kafenin hazırlıklarına girişti. Temizliği bitirip tavşanları kesmeye koyuldu. Hem haberleri bitirmeye çalışıyorum hem de sohbet ediyoruz, damaklarımızda da tavşan kanları çay.
Sohbetimiz Ekmel’in felsefesi. Çalışma koşullarını, eski kiracısını, arabasında kiraz, şeftali satışlarını anlatıyor. Temel sloganı “Bedavaya kürek çekmem”. Yaptığı işlerle gurur duyuyor. Haklı da… Ama konuyu çiçeği burnunda avukat olan oğluna getirince yedi dağın efesi oluveriyor. Bir evlat bu kadar mı sevilir… Saat Yedi buçukta işim bitmiş ben Ege’nin serin sularında sabah çeliklemesi yapıyorum. Denizde benden, kumsalda da Fatmagül’den başka kimsecikler yok.
Bunları neden anlattım? Çünkü festival programında sabah yürüyüşü var. Hazırlıyorum sizleri… Biz de katılacağız şüphesiz.

Sabah yürüyüşüne tatilcilerden de katılım olması sevindirici oldu. Birlikte kırk yıllık dost gibi sohbet ederek yürüdük. Sohbetlerin ana konusu ise; seçimler.
Yürüyüş Klaros Kazı Alanı’na. Rehberimiz Hamdi Çile’li.. Yanlış anlaşılmasın acılı filan değil. Klaros’un hemen yanındaki Çile’den. O’na Çileli Hamdi ismini taktım epey bir gülüştük. Aslında rehber değil iyi bir dağcı. En çok merak ettiği soruyu sordu,”Bu kazılar yapılırken çevredeki köylüler çalıştırıldı. Kazı alanına giderken de babalarımız –Kore’ye gidiyoruz derlerdi” evlerine. Acaba neden buraya Kore diyorlardı?”

Sorunun cevabı için akıl yürüterek tarlaların bahçelerin arasından kazı alanına ulaşmıştık. Tarlaların arasında “Kore Felsefesi”… Bir kehanet merkezinin kazı alanı da böyle olurdu. Adaklar için heykellere her yerde rastlamak mümkündü. Sonra açıklayıcı tabelaları okuyan birisi Kore muammasını çözdü. Tabelada yazıyordu yani. Bizim felsefe yabana gitmişti. Antik Yunan’da insan bedenine yakın ölçülerde bir çeşit heykel formuna verilen admış. Kazı alanından çıkıp bir de kaya mezarını ziyaret ederek geziyi tamamladık derken Fatmagüller kayboldu. Bir Amerikalı öğretim üyesi vardı. O da gençti ama bizlere göre epey yaşlı sayılırdı. Fatmagül O’na yardım ederken epey geride kaldılar ve iletişimimiz koptu. Hemen bir telefon kulübesi bulup kırmızı taytımı giydim ve bir Süpermen olup onları kurtarmak için dere tepe uçtum. Buldum da ama kurtaramadım. Çünkü neşe içinde kestirme yoldan festival alanına doğru gidiyorlardı. Keyifleri yerindeydi ve heyecanıma şaşırdılar. Ben ise taytımdan, pelerinimden çok utandım.
Eko’da yine çaylandıktan sonra bizim için eve dönüş başladı. Elbette antik bir kentte de olsak bizim kölelerimiz yok ki. Çalışmak zorunlu.
Yüreklerimizi alanda bırakıp uzay aracımızla solucan deliği yolculuğuyla bir göz açıp kapamada günümüze ve evimize geldik. Ben hemen işe….
Sonra yüreğimle konuştum. Neler kaçırdığımı anlattı bana.

İlk oturumda Eğitmen, Yazar Kemal Yalçın; “Klaros’tan Günümüze Göçmen Olmak”ı anlatmış. Nasıl da istiyordum dinlemeyi. Hani bir gün önce dinlediğim Avrupa Türkiyeli Yazarlar Grubu vardı ya işte o grubun Başkanı. 12 Eylül’ün zulmünden Avrupa’ya sığınan, diyar-ı gurbet ellerde inanılmaz mücadele azmi ve müthiş bir dayanışmayla yaşam kuran kahramanlardan biri. Dünkü sohbet çemberimizdeki en neşeli ve heyecanlı arkadaşımız. Neler neler anlatmış.
Umudu anlatmış. Dostluğu, yoldaşlığı anlatmış. Mücadele gücünü anlatmış. İlle de Fakir Baykurt’u anlatmış. “Umutsuzluk yok” demiş.
Sonra sahnede Göç, Emek ve Mülkiyet konusu işlenmiş. Oturumu Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan yönetmiş. Bu oturumda Prof Dr. Doğan Göçmen, “Filozofun Gözüyle Göç Meselesi”ni; Prof Dr. Halil Turan, “Aydınlanmada Emek ve Mülkiyet”i ve Dr. Osman Sirkeci de “Sosyal Refahın Finansmanında Göçmen Emeği”ni anlatmışlar.
Üzüntüden kahroluyorum. Öyle ya neleri kaçırmışım. Kemal Yalçın’ı kaçırmak inanılmazdı zaten, üstüne bir de Osman Hoca. O Osman Hoca ki “Sokakların Efendisi”, Sokak Ekonomisi’ni anlatacak.O Osman Hoca ki çocukluğunda yaşadığı topraklarda kurduğu hayalleri yine aynı topraklarda gerçekleştiren “II. Atom Karınca”mız. Diğer hocalarla birlikte neler neler anlatmışlar…

Yüreğim duracak gibi değil, anlatıyor da anlatıyor.
Sonra sahneyi Yerel Yönetimler ve Sosyal politika konusu zaptetmiş. Tam da istediğim konuydu. Oturuma Prof. Dr. Adnan Oğuz Akyarlı başkanlık etmiş. Özer Doğan, Yerel Yönetimlere Yeni Yaklaşımlar; Prof. Dr. Songül Sallan Gül, Sosyal ve Kapsayıcı Belediyecilikte Kentdaş Kadınların Şiddetten Korunma hakkı; Prof. Dr. Hüseyin Gül, Büyükşehir Yönetimleri ve Katılımcı Yönetim konularında konuşmuşlar. Kaçmazdı ama ne çare…
Kaçırdıklarım yetmezmiş gibi sonraki oturum da, kaçırdığım için bir başka üzüntü kaynağım oldu.

Başlık, Emek ve İş Dünyası olmuş. Sahnede kimler kimler varmış. Prof Dr. Hüseyin Gül yönetiminde TÜRK-İŞ Ege Bölge Temsilcisi Hüseyin Çakmak, DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, MESS Ege Bölge Temsilcisi Mesut Ulusoy; Emek ve İş Dünyası konusunu masaya yatırmışlar.
Sonrası bana tam bir zulüm. Yüreğim âdeta alay ediyor.
Aytekin Altıkulaç, namı-diğer AKULİ almış eline bağlamasını. Yetmemiş… Sahnedeki piyanoya da Ares oturmuş ki ne konser; felsefe ve kehanet Klarosu korusun… Baba oğul sahneyi gül bahçesine çevirmişler. İzleyen yüreklerde de gonca güller açmış. Sahne yanında da bu ikilinin mimarı anne Nesrin Altıkulaç nirvanaya ulaşmış. Abartıyorsun demeyin, ben yüreğimin yalancısıyım.

https://www.facebook.com/gulefer.uygur/videos/537560661174712
https://www.facebook.com/gulefer.uygur/videos/561915958713451
Gece saatlerinde meydanda “festivalin II. Atom Karınca’sı” Osman Hoca yine aydınlığın ateşini yakmış. Emek ve göçün günü olan Cuma günü programını yine Emek ve Göç Forumu’nu yöneterek tamamlamış.
Tamamlamış demek yanlış oldu. Başlatmış demek daha doğru. Çünkü hoparlörlerdeki Ankara’nın Bağları ile birlikte sahne önünde telefat başlamış. Telefat bittiğinde alanda öbek öbek kıvırtan kalçalar, kırılan gerdanlar ve atılan kahkahalardan tepeler oluşmuş. Tatilciler daha çok gelmişler. Hem de utangaçlıkları daha da azalmış olarak.

YARIN: Vuslat….
NOT: “Turan Akpınar ve Almanya Penceresi” yarının konusuydu. Yanlışlıkla bugüne diye yazmışım. Özür dilerim.
YİNE NOT: Hata varsa kusura bakmayın. Ben orada değildim, “Yüreğim”in oyununa gelmiş olabilirim…